İNSANÜSTÜ DEĞİLDİ

<< Herkes gibi Atatürk’ün de insanlığı,

iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan,

gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden,

iç varlığın düzlerinden, iniş ve

çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri

bu insanlığın derinliklerinden gelme,

kaynaklarından doğmadır. >> F. R. Atay

Atatürk de, et artı kemik ve artı kandı.

İnsanüstü değildi Atatürk.

Atatürk, herşeyden evvel :

Herkes gibi kusurları olan, küçük, büyük

Ve çirkin de olabilirdi, ama güzel;

Atatürk, yorgunluk kahvesini bir su başında

(Ve rakısını tuzlu leblebiyle) yudumlamayı,

Serhat türkülerini, alaturkayı, mesela, Safiye Ayla’yı

Ve mesela, yemeklerden fasulye pilakisini

Seven << Mir-i kelam >> bir İstanbul Efendisi,

(Aşık ve şair, mahcup ve ürkek);

Ama bir Adanalı kadar sıcak kanlı,

Karadenizli değil ama, Karadeniz kadar canlı,

Bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek

Velhasıl

Bizim mayamızdan, bizim kumaşımızdandı,

İnsanüstü değildi yani Atatürk,

Tam insandı.

ÖNCE-KOCA OSMANLI-ŞANLI OSMANLI VARDI

<< Tuğra >>

İlk imzayı şahane – (Orhan bin Osman) dan kalma

Yazmadı -‘savaştı Osman Gazi – bu yüzden tuğrası yok

Aşk ile fırlatılmış üç sülüs (Elif) ok

Kart manda derisinden – iki esnek kalkan (Mim)

Bir çift murassa hançer veya ayet meşkedilmiş kama

Hüdavendigar Murad – Fatih Mehmet – Yavuz Sultan Selim

Cümlesi (Han) ve (Şan) (El muzaffer daima)

Bir aslan pençesi çölde – bir yabani mor çiçek

Ferman üzre – ya nişancı – ya tuğrakeş çekecek

Selim Şah ibni Bayezid Han – el muzaffer daima

Şah Mustafa Han ibni Ahmet – el muzaffer daima

Murad ibni Mehmet Han – el muzaffer daima

Şah Mustafa Han ibni Ahmet – el muzaffer daima

Şah Selim Han ibni Süleyman – el muzaffer daima

Ve nihayet – okur yazar bir sima

(Resmi evrak hariç – kurşun kalem kullanan)

Ve İstanbul’da – nazik bedenini tehlikede sanan

Babası Abdülmecid – annesi Gülüstü

Ve Osmanlı mülkünü bırakarak yüzüstü

Bir Cuma sabahı kaçıp giden – son halife sultan

Soyadıyla – Şah Altıncı Mehmet Han

Ve tabii – el muzaffer daima

BİR KURTARICI BEKLENİYORDU

<< Onu paşa yapsanız padişah

padişah yapsanız Allah olmak ister. >> Enver Paşa

I.

Soranlar vardı: -<< Neden paşa yapmıyorlar O’nu>>.

<< Anafartaları O kazanmadı mı, İstanbul’u O kurtarmadı mı?>>

<<- Terfi tezkeresi cebimde ama>> demişti, Enver Paşa.

<< Hiç bir şeyle doyuramazsınız siz bu adamı.>>

Ve kafa yoruyordu aydınlar , Göz Hekimi Esat Paşa’nın evinde,

 

– Kim kurtarabilir acaba vatanı?

<<- O, bizi kurtarır ama, biz O’ndan nasıl kurtuluruz!>>

Diyordu, Refet Bey, devrin İstanbul Jandarma Komutanı,

Ve açıklıyordu: -<< Gavura kalacağımıza, O’na kalırız>> dendiğinde,

 

Mustafa Kemal’di kurtarıcının adı sanı!

 

II

 

<< Biz hiç birimiz olmasaydık,

O, yaptığını yine yapardı. O

olmasaydı, hiç birimiz, Mustafa

Kemal’in yaptığını yapamazdık.>>Rauf Orbay

 

Karabekir Paşa da, aynı şüpheyle, Erzurum’da, O’nun,

Başkan olmasını istememişti.

Ingilizler: -<< Sert davranışımız size,

Mustafa Kemal’in başınızda olmasındandır >> demişti.

Daha ilk Kuvay-i Milliyye Meclisinde,

Enver Paşa’ya bel bağlayanlar türemişti.

Ama, açık talih, kararlı Mustafa Kemal’e gülümsediği kadar,

Kimselere gülümsememişti.

Bir kaymaktı Afyon artık, Kütahya bir çini,

Mesir macunuydu Manisa ve İzmir: Elde bir yemişti!

 

III

<< Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer

ancak kendisinden daha büyük

bir gayeyi elde etmek için

belli başlı vasıtadır.>>

Vatan kurtulmuştu, ama, orta yerde, ayağa dolaşan

Köhne ve külüstür bir sürü şey vardı.

Vezirdi halifeydi bunlar ,

Kokmuş medreseler , sallabaş fetvacılar, besili kadılardı.

Önce dünyasını karartırdı adamın bunlar,

Sonra cenaze namazını kılardı.

Korku dağları bekliyordu bunlar için ve işte bunlar ,

Mustafa Kemal’den, hiç mi hiç kurtulamıyacaklardı!

KOCA YÖRÜK

<< Babası Ali Rıza efendi, gümrük

muhafaza memuru idi. Kızıl bıyıklı

ve iri yarı idi. Aydın’ın Söke tarafından

gelmişlerdi. Ana tarafından

ise yörüktür. Ondaki Altaylı

tipi bundan olsa gerek! >>F.R.Atay

Gözünü budaktan sakınmazdı

Canını yağlı kurşundan

Sarıyer adlı yörük köyündendi anası

Yani ana tarafından

Yörüktü Mustafa Kemal !

Gelmiyor insanın inanası

-Sanki eski Asya destanlarından-

Hem yokluk dağlarını eriten demirci

Hem kıvılcım, alev ve ateş

Tanrısal bir körültü Mustafa Kemal

Ne varsa Anadolu’da var

İstanbul’dur adamı çürüten

Kazandıktan sonra: – Varsa yoksa sen!

Diyenlere gülecek kadar

Büyüktü Mustafa Kemal

ONURLUYDU MUSTAFA KEMAL

<< Hayatta iki şey vardır :

Galip olmak, mağlup

olmamak.>>

Mahallede hergün değişik bir oyun var!

O gün de birdirbir oynanıyormuş.

Seslenmişler O’na:

– Sen de gelip oynasana!

– Peki, demiş Mustafa ve dimdik ayakta durmuş.

– Eğil, diye bağrışmış çocuklar ,

Eğil ki atlıyalım üstünden!

Başını sallamış Mustafa:

– Böyle atlıyabilirseniz atlayın, eğilmem ben!

GİYİNMEYE MERAKLIYDI

<< Bir kurmay, mutlaka bir lisan

ve dans etmesini bilmelidir. >>

Bir kıza gönül vermiş,

Bir ara, Rüştiyeli Mustafa bizim.

Ama uzaktanmış, ama penceredenmiş, aldıran kim.

Okuldan sonra hergün

Gömleğine, fesine kadar herşeyini bir bir ,

Ablasına güzelce ütületir ,

Selanik’in Kulekapısı Mahallesine

Kızı görmeye gidermiş.

Yakın arkadaşlarından biri :

– İşte bu günlerden kalmadır, dermiş,

İyi giyinme merakı için Atatürk’ün!

KARGA KOVALAMAK

<< Ben de herkes gibi doğdum, büyüdüm.

Doğuşumda bir ayrılık varsa Türk oluşumdan ibarettir!>>

Hiçbir şeyi O, halk kadar tutmamıştır .

Halktı, ilk ve son; halktı, epeski ve yepyeni!

Övünürdü, halk çocuğu olmakla.

Örneğin kızkardeşi ile beraber bakla

Tarlasında bekçilik ettiğini,

(Unutmak ve O’na da unutturmak isteseler de)

Atatürk unutmamıştır .

Bu tarla bekçiliği hikayesine

İnanmamış gözükerek :

Aman efendim, estağfurullah, diyene de,

Yüz vermemiştir

Ve gülerek :

Şanından mı düşersin, demiştir ,

Karga kovalamakla?

Sen o estağfurullahı kendine sakla!

TOP PÜSKÜLLÜ KIRMIZI FES

<< Lacivert çuhadan ceketinin sarı

ay yıldızlı düğmeleri, kol kapağında

birer parmak kalınlığında

3 sıra şerit vardı. Dar ve yeşil

pantolonu ise pek güzeldi. Top

püsküllü kırmızı fes de ona çok

yakışıyordu>> 1893

Gizlice girmişti Askeri Rüştiye’nin sınavına

Ve kazanmıştı.

Peki ama, iznini ve hayır duasını nasıl alacak,

Asker olmasını istemiyordu ki annesi onun!

Kadıncağız sürüp giden savaşlarda öleceğinden,

Gidip te gelmeyeceğinden korkuyordu

Biricik oğlunun.

Bulmuştu ama Mustafa Kemal çaresini; sordu:

Ne hediye getirmişti babam bana

Doğduğum zaman?

Zübeyde Hanım, düşündü bir an :

Bir kılıç! Hatırlıyorum da, pek sevinmişti

Rahmetli pek!

– Nereye koymuştun o kılıcı sen?

– Kundağının baş ucuna?

– Gördün mü bak!

Asker olmamı istemiş babam demek,

Anne, asker olacağım ben!