Renkli Camlardan içeri sızan gün,
İç ürperten raksı ölümsüzlüğün;
Kuytulaşan minber , eriyen nakış,
İnce, serin bir an boyunca akış,
Sadelikte buluş, günü, güzeli.
Öpülmez mi yeşili sunan eli,
Bir şekil, ışık ve renk ustasının,
Teni susamışın, ruh hastasının
Onulmaz derdine bir şerbet diye ?
Opülmez mi, menevişli maviye
Kurnazlık eden bir göz, öpülmez mi ?
Adalardan mermer taşıyan gemi,
Giriverse yine bir gün Haliçe.
Taze çam kokusu dolarken içe,
Yine Allaha doğru, birer birer
Yeşererek yönelse minareler.
Yine tazelenir, pişerken çini,
Eşik yapsalar Ada mermerini.
Biraz sonsuzluğa, biraz Tanrıya
Bir kapı açı1ır yarı yarıya.
Güler bir yüz yine uzak, derinden,
Mavi sesler gelir o gök şehrinden.
O ne katıksız, ne ince sanatmış
Ki, taşa en tatlı yuvarlaklığı,
Çiniye bir yeşil göz berraklığı
Verirken nura renk, renge nur katmış!
Ve bu renk bayramı, nur şenliğinde,
Bu ebedi akşam serinliğinde
Duyulan heybete bir huzur katmış!
Çini göz alan iç, mermer donuk dış;
Göz alan iç, donuk dışla beraber .
Burada, binbir nakışIa beraber,
Eşiğini, o gök denen fanusun,
O, bir uzak, sonsuz, hür okyanusun
Yoluna benziyen yolu arayış.
Burada, unutmak ve unutulmak,
Burada, bir ince derde tutulmak,
Ruh serbest burada, fani ölümsüz,
Tasasız içi duru bakış, nurlu yüz,
Ayırt edilemiyen günle gece,
Burada, çözülemiyen bilmece;
Burada, ferahlık içinde gülen,
İç ateşi, göz nuruyla çizilen
Öz şiirin, temiz aşkın gerçeği :
Nar, nergis, karanfil, erik çiçeği.
Bal sarısı, beyaz, çimen yeşili,
Mavinin konuşan sıcacık dili,
Pembe kabuğundan soyunan soğan,
Bakışların dinlendiği erguvan,
Badem çiçekleri, kızı1 laleler,
Işık kemeri kuran şelaleler .
Bir iç açan şarkı dallar boyunca
Ve rengi her an tazelenen gonca.
Zihin gökyüzünde, gönül sevinçte;
Esenliğin hüküm sürdüğü içte
Yeşerirken Sırrı bir mucizenin,
Cami eşiğinde dize gelmenin
Varamaz zevkine asla ham sofu.
Ruhun en fakiri, için en kofu
Bile zengin, hoşnut döner oradan,
Döner gibi kutsal bir maceradan.
Bir yoldur sanki her cami eşiği,
Gök1ere açılan rahat ve iyi.
Bir yoI ki, üstünden bulutlar geçer.
Bir ucu topraktır. ve öbür ucu
Kaçıncı katında kimbilir göğün ?
Bu yoldan, bu yoldan günde beş öğün
Tanrıya şükreden insanlar geçer:
Kirli arzulardan silkinmiş, temiz,
Güvercinler gibi rüyada, sessiz,
İnsanlar , insanlar , birer , ikişer ..
Çirkinin hoş göründüğü ve mahşer
Yerine döndüğü bir anda için,
Ne sihirli seccade, ne güvercin,
Uçamaz bu uzun yolda ruh gibi.
Ruh, o hür mesafelerin galibi,
Ele avuca Sığmayan hafiflik.
Meçhul bulutlar arasında mekik ,
Dokuyan kuş; her günahkar bedenin,
Aydınlıkta yolun kaybedenin,
Belki güne, belki kıbleye doğru,
Şevki yüzlere vuran şeye dogru
Vakitli vakitsiz açtığı yelken.
Gök duru, iç rahat ve herşey güzelken
Ve en hoş yerindeyken yolculuğun,
Bir sabırsız, titrek, ince soluğun
Kararttığı Canım ömür çırası;
Ruhun bir anda değişen mecrası
Ve akmağa başlayışı rastgele.
Mesafe dediğin gelir mi ele ?
Vurur mu açığa derinliğini,
Hiç güneş görmiyen canavar ini ?
Benim bildiğimse o soğuk alev ,
O her gece şehre inen sinsi dev,
Karaya oturan kapkara bulut,
O korsan gemisi, o kolsuz tabut:
Karanlık… Gözlere dolan ince kum,
Günahlara çanak tutan uçurum
Pek sermez sırtını gün ışığına.
Bir gül dalına, dağ sarmaşığına
Yürüyen öz suya dönen ruh bile,
El yordamı, iç güdümü, nafile,
Bulamaz yoluna ferah göklerin.
Gökler .. O rengi övüleceklerin
İlki gökler.. Çini döşeli tavan.
Ey gölgesinde gözlerini ovan!
Öyle durduğuna bakma sen onun.
Onun, gün ortası, insanoğlunun
Başucunda pırıl pırıl parlayan,
Bir iç güzelliğini tekrarlayan
Cami kubbesinden pek farkı yoktur .
Bir dua, bir ezan, bir şarkı yoktur
Ki, bu kubbede durulmamış olsun,
Sonunda Allahı bulmamış olsun!.