GAGASINDA HABER, BEYAZ GÜVERCİN

Gagasında haber, beyaz güvercin,

Konacak bir sabah penceremize.

Renkli sevincini bildirmek için

Dallar eğilecek yavaşca bize.

Yeniden açacak kuruyan çiçek.

Yeniden ötmiye koyulacak kuş.

Komşumuz : ”Su1h olmuş”, derken gülecek,

Başlıyacak sulhla yeniden doğuş.

Defne dallarında yeşeren huzur,

Aşkını sunacak hayatın bize.

Ve nur, gökyüzünden, pıtrak pıtrak nur

Yağacak bir sabah düşlerimize

Eriyecek ufku karartan rüya,

Dönser Yaşamaya başlıyacağız yine.

Bölüşülemiyen bu yalan dünya

Dönecek bir sabah bayram yerine..

SERAP

Bir gözümde tütün kokan rıhtımla

İklim rüyasına da1an mavnalar.

Ve yıldızlar birikir damla dam1a,

Bir gözümde çamur renkli mandalar,

Bir gözümde görülmemiş dünya1ar,

Koklanmamış buruk bir meyva fecir.

Boz ufkuma sarkan dallar yeşerir,

Bir gözümde salkımlaşır rüyalar .

Bir gözümde açar, durulur bahar,

Göllerin gökler bakar aynasından.

Akar gelinciğin a1tın tasından,

Bir gözümde yağmurlaşır dualar.

Bir gözümde ıslak yeşil bir ada,

Beyaz kanatlalra dolan yolculuk.

Köpükten bir er mendil sallamada,

Ve bir gözümde sen, ey güzel çocuk !

ÇOCUK UYKUSU

Yorgun bir türküyle eğilsin dallar,

Bir yağrnur sonrası ıslak ufkuna.

Ve renkli bir ninni gibi masallar

Şehzadeleriyle dolsun uykuna.

Yum, o güzel kara gözlerini yum,

Örsün peteğini düşünde arı.

Bakışın bir gölde yunsun çocuğum,

Bahçeler yoluna serpsin bahari.

Eksilmesin taze dudaklarından,

Bir çiçekle fecir kokan bir beste.

Unut kuşları ve düşünme bir an,

Sonsuzlaş uykuna dökülen seste..

SEVGİNİN O ESKİ TADI

Neden hatırlatır ölümü bahar ?

O şenletse bari dünyayı biraz.

Kara haberlerle yüklü bulutlar

Neden eskisinden çok daha beyaz ?

Yaşamak dururken tasasız ve hür,

Açılmadan neden kurur tomurcuk ?

O meşhur oyuncak delisi çocuk

Neden ellerine bakıp düşünür ?

Nerede sevginin o eski tadı ?

Herşeyde dokunan bir hal var içe.

Şahittir gözlerim: Bu gök, bu bahçe

Hiç bu kadar cana yakın olmadı.

Bu yeşil şehirde geçen her günün

Bir başkalığı var belirsiz, özel.

Açık gözlerinde genç bir ölünün,

Titreyen rüyadır, bu dünya güzel.

ŞANS, TALİH, KADER, KISMET

Arıyanlar Çarşıkapı’da bulurdu,

Süslü sandığiyle niyet satardı

Kuşlarla ve gökyüzüyle kafadardı,

Yıllarca o kapıyı bekledi durdu,

İki güvercini, bir kumrusu vardı;

Yetim anası, genç dul, oğlu askerde,

Sıkıldı mı başı, düştü mü bir derde,

Doğru Çarşıkapı’ya, ona koşardı

Civardaki diğer kuşçulara nisbet,

Aynalarla donatmıştı sandığını.

Yoktu hiç gören: ”Şans, talih, kader, kısmet”

Ses yarıştırmaktan usandığını.

Büzülmüş kumruya, ”Haydi Üsküdarlım,

Kurtar küçük hanımı meraktan” derdi.

Üsküdarlı, haspam, bir kurum, bir çalım,

Yürür, az düşünür; bir niyet çekerdi.

Bir gün onu yerinde göremediler,

Çarşıkapı’yı buldu gidenler sade.

Duyulunca da öldüğü mahallede,

“Herhalde kuşlarına uydu” dediler.

GÜZELLİK YÜKSEKTE VE DERİNDEDİR

Sen, ey içi binbir günaha uğrak!

Ey ölümlü kulu Tanrının, bırak

Güzeli seyirle geçsin zamanın.

Güzellik yüksekte ve derindedir .

Belki tükendiği yerde semanın,

Belki bir denizaltı şehrindedir.

Mavi açtıkları semtte güllerin,

Yaşadıkları yerde ölülerin,

Belki aynalarda, ıslak ve serin,

Belki mor çiniler üzerindedir .

Her gün evveli, gün ertesinde,

Yağmur kokan bulut güvertesinde,

Belki bulutların da ötesinde,

Belki bir koyunun gözlerindedir.

Yaprak yeşilinde, beyaz içinde,

Gelen bir güz, geçen bir yaz içinde,

Belki istanbulda, Boğaziçinde,

Belki İstanbul Camilerindedir ..

HARP BİR HATIRA OLDU

Bu yeşil, bu güzel, bu eşsiz dünya

Duru gökleriyle insanlar için,

Tüketilen doyulmaz anlar için

Bir barış sabahı şükür Tanrıya.

Bir barış sabahı öğrenmek zevki,

Yeniden bulutu, dalı sevmeyi;

Barış sabahı öyle bir sabah ki

Sıcak, taze bir ekmek kadar iyi!

Dağıtılmış karanlık sisi ölümün,

Açık sonsuzluğun altın oluğu.

İçlcrde zengin bir bayram gününün

Genişleyen tadı ve yorgunluğu.

Öpülesi bir el örmede sessiz,

Hayatın, sevincin, aşkın ağını.

Ağaçlar silkinmiş, ufuk lekesiz;

İnsan hissediyor yaşadığını.

Tutulabilir bir kara sevdaya,

İnsan harbi, ölümü unutarak.

Bir zifaf gömleği içinde dünya;

Artık işten bile değil çıldırmak.

Bu yeşil, bu güzel, bu eşsiz dünya

Duru gökleriyle insanlar için.

Tüketilen doyulmaz anlar için

Bir barış sabahı şükür Tanrıya!

NUHUN GEMİSİ

Sen, yine bir gün, ey Nuh, bunalır da

Açılmak istersen gök alemine,

– Pek avareleştim şehirde, kırda –

Tayfa yazılayım küçük gemine.

Yine öyle gemin yerle bir örnek:

Hepsi birbirinin dilinden anlar

Çeşitli kuşlarla boy boy hayvanlar..

Ve yine öyle ne yelken, ne kürek,

Fethetmek için o geniş alemi,

Açılırsan bir gün sonu göklere,

Unutma beni de almayı emi ?

Beraber çıkalım o gün sefere,

Önce uçalım ki güneşe doğru,

Yedi kat gökyüzü kat kat soyuna.

Bir serin, karanlık yıldız yağmuru

Altında ilerliyelim boyuna.

Gemi, etrafında binrerce ada,

Kayarken bir beyaz yol çize çize,

Biz, bu ebedi bahar ortasında

Soralım hayre.tle birbirimize:

Şu uçan alaca top küremiz mi ?

O görünen mavi leke deniz mi ?

Beyaz benekler ya bulut, ya gemi!

Ve inanmıyalım gözlerimize.

Görünsün bir aralık Küçük Ayı,

Dümen kıralım Şimal Yıldızına.

Bir buluta düşüreyim puslayı,

Yolu kaybedelim ve bana kızma.

Yelkeni buluttan olan o gemi,

Götürsün bizi, serbest bırakalım.

Artık Aya mı olur, Zühreye mi ?

Nihayet bir yerde demir atalım.

Hayvanlar in, kuşlar yuva arasın,

Biz kendimize bir dünya çizelim.

Robenson’a malum olan o ilim,

Orada bir jşimize yarasın.

Hoşumuza gitsin hemen açıkta,

Ondördüne basmış Ayın oluşu,

Yıldızlar da yansın ve oracıkta

Kutlayalım cümleten kurtuluşu.

Seyretmekle tüketelim günleri,

Mucizelerini ölümsüzlüğün.

Bir aralık, daha güzel bir yeri

Var mı diye merak edelim göğün.

Bulanmak istersek altın tozuna,

Yolcusu olalım samanyolunun.

Güneşin, o cömert nur oluğunun

Geçelim altından gülüşe, yuna.

Oldu olacak, sen yine demir a1,

Yolda geçsin geri kalan ömrümüz.

Mavi toprak, mavi bulut, mavi da1,

Gerçekleşsin bir bir düşündüğümüz.

Sen, yine bir gün, ey Nuh, bunalır da

Açılmak istersen gök alemine,

– Pek avareleştim şehirde, kırda –
Tayfa yazı1ayım küçük gemine.

BİR KAZA KAYMAKAMI

Haritada bir noktayla gösterilen,

Üstüne dağların gölgesi devrilen,

Darmadağınık yirmi kadar toprak dam..

Sen işte böyle bir kazada kaymakam!

İçinde aleme karşı bir küskünlük,

Aklında, şehri bırakamıyan karın.

Canım İstanbul’u getiren üç günlük

Gazeteye ekmek gibi sarılırsın.

Sen, kafeste kuş, karaya vuran ba1ık,

Nuhun dağ başına oturan gemisi.

Gurbette kalmışların en biçaresi!

Günlük güneşlik olsa bile ortalık,

Dağlar ardındaki şehirlere doğru

Beyaz beyaz yelken açtıkça gökyüzü,

Kesilir her dağ bir siyah kale suru,

Seçemez olursun geceyi gündüzü.

Durup durup, ”benim için yazmış” dersin,

Kemalettin Kamu ”Gurbet” şiirini.

Ve bu gidişle sen daha çok özlersin

O şarkılı, aydınlık deniz şehrini.

Haritada bir noktayla gösterilen,

Üstüne dağların gölgesi devrilen,

Darmadağınık yirmi kadar toprak dam..

Sen, işte böyle bir kazada kaymakam!.